- Katılım
- 30 Haziran 2025
- Mesajlar
- 728
- Tepkime puanı
- 1,317
- Puanları
- 93
Bu başlıkta son okuduğumuz kitapları veya şuan okumakta olduğumuz kitapları paylaşıyoruz.
Her Şeyin Şafağı
Malazan’ın ilk kitabından beri okumakta bu kadar zorlandığım başka bir kitap olmamıştı. Tesadüf odur ki iki kitabın yazarı da antropolog..
Uygarlığın gelişim süreçleri(avcı-toplayıcı>tarım>şehir>medeniyet>devlet vs) ve bu dönüşüm süreçlerinin kaçınılmaz olduğu ile ilgili doğrusal tarih anlatısını ana mesele yapıp, en başından itibaren bu anlatının arkeolojik ve antropolojik bulgularla desteklenmeyen bir mit olduğu savı üzerine inşa edilmiş. Akademik dili, coğrafi detayları ve tüm 200 sayfalık ilave not kısmına rağmen normal(düz insan) okuyucu için fazlasıyla yorucu bir deneyim vaat ediyor. Yazarın kalemi de bu konuda çok yardımcı olmayınca ortaya okuması zor bir metin çıkmış. O kadar nota rağmen ekstra notlar alarak okumak zorunda kaldım.
Aslında bu bulgulara ihtiyaç duymadan da geleneksel tarih anlatısının fazlasıyla pozitivist durduğu söylenebilir. Tarihin öngörülemezliği bu kadar berrak iken tüm o karmaşık süreçleri böyle dikine kesip paketlemek için belli politik ajandaların varlığı şart. Kitabın bu şekilde hareket eden araştırmacılardan örnekler sunması da bu tezi güçlendirmiş.
Biraz detaylandıracak olursam, geçmiş topluluklar ile bugünü kıyasladığında üç temel özgürlüğün yitirildiğine dair ilginç bir eleştiri yapmış. Bunlar, kaçıp gidebilme özgürlüğü, itaat etmeme özgürlüğü ve yeni bir toplumsal gerçeklik yaratma özgürlüğü. Bu başlıkları çeşitli topluluklar çerçevesinde uzun uzun detaylandırmış.
Tarım devrimi mitosundan girip, devletsiz şehirler, karmaşık sosyal ağlarla örülü ilkel(?) topluluklar ve aydınlanmanın asıl kökenlerinden çıkmış. Okurken fazlasıyla ilginç gelen ve ezber bozan sayısız nüans yakaladığı görülüyor.
Yazar anarşist bir kimliğe sahip olduğu için bu arkeolojik kanıtları toplarken yer yer kendi ajandasına göre seçici davranmış gibi duruyor. Tabi temel olarak başvurdukları yöntem bu durumu göz ardı edilebilir tarafa çekmiş. Yazının kullanılmadığı toplumlar incelenirken klasik anlatıda tümdengelim yapıldığı zaman, yani atıyorum burada kocaman bir topluluk ve bir kral yaşamış dediğiniz anda etrafta saray aramaya başlamanız, bulduğunuz en büyük yapıya da hmm bu saraymış demeniz gerekiyor. Greaber ve Wengrow ise farklı bir metod kullanmış. Anomali kovalamışlar. Klasik anlatıya ters düşen bulguların peşine düşmüşler. Binlerce insanın yaşadığı Ukrayna’da bulunan devasa yerleşim alanında anıtsal bir yapı olmamasına, Çatalhöyük’te yönetici sınıfının izlerine rastlanmamasına, Göbeklitepe’de ise tarım bile yapmayan grupların anıtsal tapınaklar inşa etmesine haklı olarak takılmışlar. Bu tür “tarihin olağan” akışına aykırı durumlar için başka bir şey düşünülmesi gerektiği fikri kitabın mazotu olmuş.
Her Şeyin Şafağı
Malazan’ın ilk kitabından beri okumakta bu kadar zorlandığım başka bir kitap olmamıştı. Tesadüf odur ki iki kitabın yazarı da antropolog..
Uygarlığın gelişim süreçleri(avcı-toplayıcı>tarım>şehir>medeniyet>devlet vs) ve bu dönüşüm süreçlerinin kaçınılmaz olduğu ile ilgili doğrusal tarih anlatısını ana mesele yapıp, en başından itibaren bu anlatının arkeolojik ve antropolojik bulgularla desteklenmeyen bir mit olduğu savı üzerine inşa edilmiş. Akademik dili, coğrafi detayları ve tüm 200 sayfalık ilave not kısmına rağmen normal(düz insan) okuyucu için fazlasıyla yorucu bir deneyim vaat ediyor. Yazarın kalemi de bu konuda çok yardımcı olmayınca ortaya okuması zor bir metin çıkmış. O kadar nota rağmen ekstra notlar alarak okumak zorunda kaldım.
Aslında bu bulgulara ihtiyaç duymadan da geleneksel tarih anlatısının fazlasıyla pozitivist durduğu söylenebilir. Tarihin öngörülemezliği bu kadar berrak iken tüm o karmaşık süreçleri böyle dikine kesip paketlemek için belli politik ajandaların varlığı şart. Kitabın bu şekilde hareket eden araştırmacılardan örnekler sunması da bu tezi güçlendirmiş.
Biraz detaylandıracak olursam, geçmiş topluluklar ile bugünü kıyasladığında üç temel özgürlüğün yitirildiğine dair ilginç bir eleştiri yapmış. Bunlar, kaçıp gidebilme özgürlüğü, itaat etmeme özgürlüğü ve yeni bir toplumsal gerçeklik yaratma özgürlüğü. Bu başlıkları çeşitli topluluklar çerçevesinde uzun uzun detaylandırmış.
Tarım devrimi mitosundan girip, devletsiz şehirler, karmaşık sosyal ağlarla örülü ilkel(?) topluluklar ve aydınlanmanın asıl kökenlerinden çıkmış. Okurken fazlasıyla ilginç gelen ve ezber bozan sayısız nüans yakaladığı görülüyor.
Yazar anarşist bir kimliğe sahip olduğu için bu arkeolojik kanıtları toplarken yer yer kendi ajandasına göre seçici davranmış gibi duruyor. Tabi temel olarak başvurdukları yöntem bu durumu göz ardı edilebilir tarafa çekmiş. Yazının kullanılmadığı toplumlar incelenirken klasik anlatıda tümdengelim yapıldığı zaman, yani atıyorum burada kocaman bir topluluk ve bir kral yaşamış dediğiniz anda etrafta saray aramaya başlamanız, bulduğunuz en büyük yapıya da hmm bu saraymış demeniz gerekiyor. Greaber ve Wengrow ise farklı bir metod kullanmış. Anomali kovalamışlar. Klasik anlatıya ters düşen bulguların peşine düşmüşler. Binlerce insanın yaşadığı Ukrayna’da bulunan devasa yerleşim alanında anıtsal bir yapı olmamasına, Çatalhöyük’te yönetici sınıfının izlerine rastlanmamasına, Göbeklitepe’de ise tarım bile yapmayan grupların anıtsal tapınaklar inşa etmesine haklı olarak takılmışlar. Bu tür “tarihin olağan” akışına aykırı durumlar için başka bir şey düşünülmesi gerektiği fikri kitabın mazotu olmuş.